En Yeni Postlar

Dostoyevski

1821 yılında Rusya’nın en gözde şehirlerinden biri olan Moskova’da dünyaya gelen Dostoyevski hayatın sillesini erken yiyen kişiliklerden birisidir. Zira sarhoş bir baba ve hasta bir anne üçgeninde gidip gelen hayatı ileride depresif duygularının kaynağı olup onu ruhsal bunalımlara maruz bırakacaktır. Verem annesinin yaşamına son verdikten sonra Dostoyevski de okumak için Petersburg’un yolunu tutar. Edebiyat okumaya gittiğini sanıyorsanız yanılıyorsun, kendisi Petersburg Mühendislik Okulu’na kaydolmuştu. (Oğuz Atay’da mühendislik okumuştur 🤔) Burada nispeten sıradan geçen yaşamı babasının 1839 yılındaki ölümlüyle çalkantılı bir sürece dönüşmüştür. Ergenliğin son demlerindeki ruhi bunalımlara yaşadığı acılar da eklenince depresyon kaçınılmaz oluyordu. Hayatının sonuna kadar sürecek olan bu pesimist tavır Dostoyevski’nin yapıtaşıdır, zira yazdığı kitaplar buram buram pesimizm kokmaktadır. Engellere rağmen okulu başarıyla bitiren Dostoyevski asteğmen rütbesiyle bir yıl askerlik yaptıktan sonra daha fazla dayanamayıp istifa etti ve kendisini kaleme, kağıda ve düşüncelere verdi. İlk romanı olan İnsancıklar’ı da bu düşünceler sonucunda 1846 yılında yayımladı. Her ne kadar ilk kitabı edebiyat çevrelerince çok beğenilse de sonraki birkaç kitabına gelen olumsuz eleştiriler onu tekrar bunalıma soktu. Edebi yaşamı inişli çıkışlı devam ederken dönemin siyasal çatışması içerisinde kendisini liberallerin yanında buldu. Fakat burada da işler istediği gibi gitmeyecek ve bir komploya karıştığı iddiasıyla Sibirya’ya sürgün edilecekti. İşte o hep bahsettiğimiz “dönüm noktası” Dostoyevski’yi burada, -40 derecede vuracaktı.
İdama mahkum edilmiş ve silahını doğrultan askerler ona nişan almıştı, ta ki bir atlının sesi duyulup “durun” diye bağırana kadar. Çar idamı hapis cezasına çevirmiş ve onu Sibirya’da kar küremeye mahkum etmiştir. Onun burada yaşadıkları daha sonra “Suç ve Ceza” yı yaratacak ve Raskolnikova hayat verecekti. Aşırı bir Rus milliyetçisi olan Dostoyevski, eserlerinde Türkleri aşağılamış, Ayasofya’ya haç dikileceğini iddia etmiş ve Türkleri İstanbul’dan atma planları yapmıştır. Karamazov Kardeşler adlı yapıtında yer alan bu cümleleri biz neden görmedik diye sorabilirsiniz bunun nedeni ise çevrilirken sansür uygulanmasıdır. Dostoyevski’yi Türkleri sevmiyor diye suçlamamız manasız olur zira 19.yüzyılda herhangi bir Osmanlı’nın Rus seveceğini hiç zannetmiyoruz. Fatih’i muhtemelen okumuştur keşke ömrü yetip Atatürk’ü de görseydi belki o zaman bu kadar iddialı olamazdı. Aynı zamanda büyük bir kumarbaz olan Dostoyevski, kitaplarının bizlere sunduğu ne kadar büyülü ise yaşamı da tam tersi o kadar berbattır. Alkol ve kumar batağında eşini kaybettikten sonra vakit kaybetmeden sekreteri ile evlenmiştir, kadınlara düşkünlüğünü hayatının çoğu bölümlerinde görmek mümkündür. Dönemin bir diğer büyük yazarı Turgenyev ile ilişkisi hep çıkar üzerine olmuştur. Para istemiş, yardım istemiş fakat sonucunda ne borcunu ödemiş ne vefa duymuştur. Depresyon hiç yakasını bırakmamıştır, belki de kafasının içinde dönüp dolaşan bu ipsiz sapsız pesimist düşünceler olmasa bize bunca kitabı kazandırmazdı. Ve tarihler 1881 yılını gösterdiğinde ciğer kanaması nedeniyle vefat etti. Kötü bir adam öldü ve geriye dünyanın en büyük edebi eserleri kaldı. Cenazesinde tabutunun arkasından tam 30 bin kişi yürüdü ki bu o döneme kadar Rusya’nın gördüğü en büyük kalabalıklardan birisiydi. Dostoyevski bu, yazmakla bitmez, Turgenyev ile ilişkisi, değinemediğimiz diğer kötü alışkanlıkları, edebiyat çevresi işe girdiği diyaloglar daha sonraki yazılarımızda illaki geçecektir.

Hiç yorum yok