TAHTA BACAKLI FRİDA
Acı ve ızdırap dolu yaşamında birçok kez ölümün eşiğinden dönen ama buna rağmen yaşama tutunmaktan vazgeçmeyen Frida’nın hikayesi 6 Temmuz 1907 de Meksika’da başlamıştır. Ama Frida kendi doğuşunu Meksika Devrimi’nin başlangıcı olan 7 Temmuz 1910 olarak ilan etmiştir. Gelin şimdi bizimle aynı dünyadan geçen Frida’nın hayatına daha yakından bakalım. Daha 6 yaşındayken geçirmiş olduğu çocuk felci hastalığı sonucunda bir bacağı diğer bacağından kısa kalan Frida’ya o günden sonra arkadaşları ‘Tahta Bacaklı Frida' lakabını takmıştır. Frida yere sapasağlam basmaktan vazgeçmemiştir ve gençlik çağında dönemin en iyi eğitim veren okullarından olan “Ulusal Hazırlık Okulu” nda eğitimini sanat ve felsefe üzerine yoğunlaşmıştır. 18 yaşındayken hayatını alt üst edecek bir Perşembe günü bindiği otobüs, tramvayla çarpışarak birçok kişinin ölümüne neden olmuştur. Frida’nın ise sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkan demir çubuk sonucunda oluşan on bir yerinden kırık bir bacak, çıkık bir omuz ve üç yerinden kırık leğen kemiğiyle yaşamasına ihtimal verilmemişti. Frida geçirdiği otuz iki ameliyat sonucunda alçılara hapsolan vücudu, hayatı boyunca katlanması gereken demir korselerle 2 yıl boyunca yatağa bağımlı olsa bile hayattan kopmayacak kadar inatçıydı.Bu süreçte kendi deyimiyle hayatında iki büyük kaza geçirdiğini söyleyerek bunlardan birinin bildiğimiz gibi hayatını mahveden otobüs kazası, diğerinin de tanıştığı Meksikalı Michelangelo adıyla bilinen hayatının aşkı Diego Rivera olduğunu söylemiştir. Diego ile tanışmalarından sonra kısa sürede “fil ve güvercin” olarak nitelendirilen evlilikleri gerçekleşmiştir. Bir süre evliliklerini Frida’nın da çocukluk evi olan Mavi Ev’de geçirmişlerdir. Fakat Diego’nun sadakatsizlikleri, çapkınlıkları, hatta onu ablasıyla bile aldatması mutluluklarına sürekli gölge düşürmüştür. Bunların üstüne birinci çocuğuna düşük yapıp ikinci çocuğunu da aldırmak zorunda kalan Kahlo’nun mutsuzluğuna doğmamış çocuklarına olan hasreti de eklenmiştir. Frida kendisinde açılan bu derin yaralara rağmen Diego için “Senin çirkin olduğunu söyleyen annemden nefret ettim. Sana benim gibi bakamayan herkesten. Senin güzelliğini görememelerini anlayamadım hiç…" diyordu. San Fransisco Kadın Ressamlar Topluluğu yıllık sergisinde, ilk sergilenen eseri olma özelliği taşıyan “Frida and Diego Rivera” adlı eserinde de ona olan aşkını hissedebiliriz. Her ne kadar fırtınalı bir ilişkileri olsa, hayatında birçok yıkıma uğrasa da her seferinde küllerinden tekrar doğmuş, o inatçı tavrıyla hayata adeta meydan okumuştur.Bir yandan hayatla bu kadar mücadele ederken bir yandan da üniversite öğrencilerine rehber olabilmek için “La Esmeralda” adlı sanat okulunda on yıl boyunca öğretim üyesi olarak çalışmış, öğretim üyeliğinin son yıllarına doğru yıllarca taşıdığı korselerden, alçılardan ağırlaşan bedenine rağmen evinde ders vermeye devam etmiştir. Bu ağırlaşan bedenin üzerine kangrenden dolayı kesilen bacağı yüzünden tekrar yatağa bağımlı hale gelmiştir. Doktoru istememesine rağmen kamyona yüklenen yatağıyla kendi ilk sergisine katılmıştır. Belki de hepimizin yaşadıklarından öğrendiği birçok şey olduğu gibi Frida da yaşadıklarından acılara alışmayı öğrenerek bunu dik başlı duruşuyla resimlere aktarıp yüzleşmekten vazgeçmemiştir. Ölümden sonrası için “Yatarak çok fazla vakit geçirdim. Yakın sadece” diyerek 47 yaşında hayata gözlerini yummuştur. Frida’nın bu son isteği yerine getirilerek bedeni yakılmış, külleri eskiden çocukluk evi şuan ise müze olan Mavi Ev’de sergilenmektedir.. Frida’nın ilham veren bu hayatı 2002’de “Frida” filmiyle, 2005’te “The Life and Times of Frida Kahlo” belgeseliyle ölümsüzleşmiştir. Frida’yı kimileri komünist kimileri feminist kimileri aşık olarak tanımlasa da tüm bu tanımlamaların ötesinde o sadece ‘’Friday’’dı. İşte bu yüzden bu yazının bir tarafı hep eksik kalacak. Yazımıza son verirken dileriz ki hayatta yaşadığı tüm acılara rağmen kökleri topraktan kopmayan bu kadının yaşam hikayesi yüreğinize dokunur ve onu hayata tutunuşu ile hatırlarsınız.
Hiç yorum yok